Wednesday, January 28, 2009

güzel bir çarşamba


süt

dün sibel'in kahvesi'nde okuduğum süt haberinin ardından buzdolabımda bugün sağılmış 5 litrelik gerçek sütüm var. bundan böyle gerçek süt içeceğiz, yoğurdu muhallebiyi gerçek sütle yapacağım diye dünden beri içim içime sığmıyor.

aysun hanım, ineklerini ve işini çok seven (imrendim!); güvenli, taze, gerçek sütü silivri'de bulunan gündönümü adındaki çiftliğinde sağıp kapımıza kadar getiren güleryüzlü bir sütçü; cem onu çok sevdi ve bu sabah misafir edemediğimiz için hayalkırıklığına uğradı. benim için sütçüden süt almak hiçbir zaman ihtimal dahilinde olmamıştı, kasım'da günlük süte geçmiş ama bu hafta yeniden organik süte dönmüştüm; süt kaosum bugün sona erdi, çok mutluyum.

aysun hanim: aysun@gundonumu.biz.tr

pandora'nın kutusu


pandora'nın kutusu bu hafta gösterime girdi ama nedense çok az salonda oynuyor. bugün cem'in çıkışına yetişebilmek için (cem'in yuvasında gün erken bitiyor) onu yuvaya bırakıp film için karşıya geçtim ve filmden çıkar çıkmaz da onur'u aradım, iş çıkışı direkt sinemaya gitsin diye. filmi çok beğendim, bence yeşim ustaoğlu'nun en güzel filmi, üzerimdeki etkisi uzun süreceğe benziyor. böyle filmlerle daha sık karşılaşsak keşke. şimdi onur sinemadan geldiği zaman konuşuruz, ben yazamam ama belki onu film hakkında yazmaya ikna edebilirim.



gün eksilmesin penceremden

dün gece başladığım cahit sıtkı tarancı'nın öykü derlemesinden bahsedeyim bir de son olarak; şairin bir şiirinden almış kitap adını, gün eksilmesin penceremden. '37-'57 yılları arasında yazılmış 43 öykünün bu başlık altında basılmasını erdal öz istemiş ama ne yazık ki basıldığını görememiş; kitap onun anısına adanmış.

cahit sıtkı tarancı'yı şair olarak bilirdim. bu kitapta bana eski fotoğrafları hatırlatan çok güzel kısa öyküleriyle karşılaştım. öyküler bir araya getirilirken eskimiş sözcüklere dokunulmamış, onun yerine kitabın sonuna minik bir sözlük eklenmiş. uzun zamandır arayıp bulamadığım bir tadı alıyorum bu öyküleri okurken.

Tuesday, January 27, 2009

to my grown up son

Ask the parents of grown up children
And they will tell you
It is better to be able to say "I am glad I did"
Than to have to say "I wish I had"

My hands were busy through the day
I did not have much time to play
The little games you ask me to
I did not have much time for you

I'd wash your clothes; I'd sew and cook
But when you'd bring your picture book
And ask me please to share your fun
I'd say "a little later son"

I'd tuck you in all safe at night
Hear your prayers and turn out the light
Then tiptoe softly to the door
I wish I had stayed a minute more

For life is short and years rush past
A little boy grows up so fast
No longer is he at your side
His precious secrets to confide

The picturebooks are put away
There are no children games to play
No goodnight kiss, no prayers to hear
That all belongs to yesteryear

My hands once busy now lie still
The days are long and hard to fill
I wish I might go back and do
The little things you asked me to

Alice E. Chase

şiire doğan cüceloğlu'nun kitabında rastladım, buraya orijinalini koymak istedim. cem, onur'la bana benimle oynar mısın diye sorduğunda, bize o an ilgilendiğimiz her neyse bırakmayı ya da elimizi çabuk tutmayı hatırlatsın diye.

Friday, January 23, 2009

en büyük kim?

- anne, anne
- ne oldu?
- bi şey söyliycem sana
- söyle
- biliyor musun en büyük trabzon değilmiş
- hangisiymiş peki?
- fenerbahçe'ymiş
- kim dedi?
- alp'in ananesinin komşusu
- o kim ya?
- en büyük trabzon değilmiş ama
- herkes kendi tuttuğu takımın en büyük olduğunu sanır, boşver.
- ama ben orda en iyi fenerbahçe diyemedim, demedim.
- iyi olmuş demediğin, niye diyeceksin ki zaten?
foto ve diyalog: aralık 2008

Wednesday, January 21, 2009

zortlayan çocuk resmi









bu resimdeki çocuk deniz kıyısına gitmiş ve orada zortlamış. ses dalgalarını görüyor musunuz? 
peki cem'in sütten bıyığını?

Tuesday, January 20, 2009

Thursday, January 15, 2009

cem'den kapkek tarifi


12 ocak 2009, pazartesi
cem geçenlerde kapkek istemişti. bugün haftasonu etkisini gösteren soğukalgınlığını atlattığından emin olmak için yuvaya götürmedim. öğleden sonra kendi kapkekini kendisi yapmak üzere mutfaktaydı; un karışımı paketini makasla kesmekten fırını yakmaya her adımı kendisi yaptı. tarif ve altyazılar için fotoğraflar geçerken mausu yaklaştırın.

ek gıdalara geçtiğimiz zaman yemek konusunda müşkülpesent bir çocukla karşı karşıya olduğumu anlamıştım gerçi sadece anne sütüyle beslenirken bile prensipleri vardı cem'in: emerken kimse konuşmayacak, etrafta yürümeyecek, ben kımıldamıycam, mutlak sessizlik, cem süt içiyor, nefesler tutulacak yoksa ağlar, küser, emmeyi bırakır, birkaç saat boyunca da boykot, emzirmek mümkün değil, aç durur... şimdi kuralları yumuşadı belki ama yine yemeği tam istediği şekilde pişmiş olmalı; yemekte dereotu, maydonoz, hiçbi ota izin yok, biraz fazla pişmişse iptal edebilirsiniz o öğünü sonra baharat ayarı hep aynı olacak, tabağındaki soğuk olmayacak ama sıcak da olmayacak... ufacık bir ayrıntı yüzünden yemekten vazgeçebilir. yemeği gerçekten beğendiği bir gün "biliyorum bana bir yemeği beğendirmek zor ama bu güzel olmuş" dedi. durumun farkında ve geribildirimde kusur etmiyor neyse ki. madem bu kadar zor beğeniyor ve neyi beğeneceğini de iyi biliyor o zaman bu durumdan yararlanmanın bi yolunu bulmalı: cem'in ilerde mutfağı sevmesi, yemeğini istediği şekilde pişirmesi, farklı tarifler denemesi, kendi tariflerini yaratması, bize de tattırması için mutfağa alışması iyi olur, hem mutfak benim gibi tembel biri için bile eğlenceli bir yer. insanın her gün çok hevesli olmasa da, kendi yemeğini pişirmesi, yaratıcılığını harekete geçirmesi, evdekilerin karnını doyurması hatta sadece evi saran güzel kokular için bile mutfağa girmesi iyi bir şey. cem'i baştan sona kendi yapabileceği tarifler için sık sık mutfağa davet ediyorum; ben tarifi okuyorum, fotoyla ilgileniyorum, o malzemeleri hazırlayıp tarifi uyguluyor. kolay tarifler dedim. zor olursa cem kızıp bu işten temelli vazgeçebilir, bu işin aslında hiç de eğlenceli olmadığını sanabilir, devam etmesi için zorlanmaması daha doğrusu yılmaması gerekiyor; tarifler o ustalaştıkça zorlaşır. ne diyordum, son olarak pişenleri çizgi film izlerken yiyoruz, karşı komşumuz saadet teyze'ye, öğretmenine, misafirlere ikram ediyoruz.

Tuesday, January 13, 2009

Studio Ghibli

anlatan: onur

Çizgi filmleri severim. Abim, yıllar önce üzgün bir zamanımda "Çizgi filmdeki gibi yaşadığını düşünsene, yamyassı olup hayata gülerek devam ettiğini..." demişti, beni çocuk gibi mutlu etmişti.. O gün bugündür çizgi filmlerin dünyasında dolaşmayı severim.

Bu dünyalardan biri; Hayao Miyazaki ve Studio Ghibli filmleri.
Bazı özellikleri:
- Doğa ve insan arasındaki uyumu sorgulaması;
- Küçük kızların büyük işlere istemeden, naif bir biçimde karışması;
- Bilgisayar kullanımının %10'u geçmemesi;
- Hayali evrenlerin sahici hikayelerle buluşması.

Temel farkı ne Disney'den derseniz, bence hızlandırılmış aksiyonların içinde kaybolup giden beylik mesajların ötesinde, gerçek hayatlardan bahsetmesi, çocuklara gerçekten insan muamelesi yapması...

Totoro ve Fireflies'ı öneriyorum başlangıç için: Totoro'da insanın içine yayılan sımsıcak ve katıksız sevgi, Fireflies'da kendi elimizle yarattığımız ve ruhumuzu kaybettiğimiz savaş makineleri ile nasıl da yenilgiye uğratılıyor, sırf bunu görmek için bile mutlaka seyredin derim...

Abimle yaşadığımız çocukluk günleri ve çizgi filmlerle (Bkz: Sandman) ilgili bir kaç parantezim daha var, aklınızda olsun. Görüşürüz.



Sunday, January 11, 2009

sardunya'yla yasemin'in kompostosu

foto: sardunya

cuma günü maillerimi okurken ekranın köşesinden sardunya'nın bana yasemin dediğini gördüm. msn, çet, skype olaylarından bi haber olduğum için (elif'len miyes kızmayın, öğrenirim bi ara ;) önce ne olduğunu anlayamadım. gtalk veya gchat denilen yazışma ortamıymış meğersem bu, birkaç şaşkın cümleden sonra biraz yazıştık sardunya'yla, ilerleyen dakikalarda çetten iki evde de beğenilen bir tarif doğdu. 

yasemin: bak bugün bi komposto yaptım uydurmasyon ama leziz, elif'e de yazdım
sardunya: aaa
yasemin: sana tarifini vereyim mi
sardunya: ver ver limonata içip duruyorum dünden beri zaten içim yanık
yasemin: ayy sana kopyalıycam derken sildim ne salağım
 
işte tarif:

- cem hasta, yemek yemiyor. komposto geldi aklima, hem sever, hem de hasta yemeğidir. pek nefis oldu: 

* çok çok az kahverengi şeker, tadına bakarak koy
* 3 elma, yarim ayva da koydum ben yoksa boşver
* bir avuçtan fazla kuru üzümü gat, gaynat gaynat (meyvelerin üstünü örtecek kadar su ile)
* ateşten almana yakın tarçını koy -kendin ayarla- 
* ve bi çimdikçik de zencefil. 

mmmh nefis canım.

sardunya: anaa güzelmiş. dur ben kalkıp yapayım. yemek de yapmam lazım, sadece kabak var:(
yasemin: oldu, hadi görüşürüz. sonucu yaz bana.
sardunya: yazarım, ayvayı bitirdim, o yok

iki gün sorna

sardunya: ben yaptim kompostuyu
ama soyle:

* elma doğra at
* tarcin kabuk at
* üzüm at
* zencefil at
* karanfil at

kaynat

* aklina gelsin biraz seker at
* allahtan az at
* çünkü sonra pekmez at
* bir cimcik de boya gıdası at
* kırmızı şerbet oldu
ilk defa bitti kompostu

Friday, January 9, 2009

cem'in merak ettiği birkaç şey


* kargaların yuvası var mıdır? 
   neden ben hiç göremiyorum?

* peçeteler konuşur mu?

* güneşin yüzü var mıdır?

* duygulanmak ne demek?

* parkta bulduğum akrep beni yenebilir mi?

* hissetmek ne demek?

* kadın şarkı söylerken neden gözlerini kapatıp başını öyle sallıyor?


Tuesday, January 6, 2009

Mavi Işık

Sen bir çiçeksin
Annen saksı
Azıcık hastalansan
Odalar yaslı.

Sevincimiz, üzüntümüz
Hep sana bağlı,
Senden gelir gücümüz
Doğan güne karşı.

Bizim çocukluğumuz
Karanlık, paslı..
Sen güneşlerde yaşa
Altın saçlı!

Gökten düşen mavi ışık,
Mavi ışıklarda dünya.
Evlerin yaşaması
Sen olunca.

Behçet Necatigil

bir şiirini okuyup öyle uyurum diye raftan aldığım kitabının rastgele açtığım sayfasından mavi ışık çıktı geçen gece. o geceden beri dönüp dönüp okuyorum. 

behçet necatigil ve mavi ışık derken şimdi aklıma karısına ve kızlarına yazdığı mektuplardan oluşan serin mavi geldi. ne kadar güzel bir kitaptır o da.

Sunday, January 4, 2009

Çocuk konusundaki yerleşik zihniyetin birbirine taban tabana zıt iki ezberi var: Birincisi küçük çocuğu zihinsiz ve belleksiz bir varlık gibi gören ezber (“çocuktur, anlamaz”)

...

“Çocuktur anlamaz” zihniyeti tarafından maruz bırakıldığı söz ya da davranışları, bütünüyle kendine özgü biçimlerde olmak üzere, ‘anlıyor’ aslında çocuk. ‘Anladık’larından hem olur olmaz sonuçlar çıkarıyor, hem de ‘anladığı’ için suçluluk duyuyor. Bin bir uyumsuzluk içinde çırpınarak büyüyor. Çoğu kez ömür boyu kurtulamadığı bir etkilenimle.
Ve aynı etkilenimleri arkadan gelen çocuklara da yansıtarak.